22 Ocak 2011 Cumartesi

BENİM ADIM AŞK / LUCA GUADAGNİNO


Bu sene film eleştirmenlerinin hoşgörü senesi galiba. Geçen haftalarda herkesin tek bir vücut halinde övgü ile bahsettiği 'Eyvah Eyvah 2' yi seyrettik. Bence film ismine uygun eyvah eyvah bir filmdi. Hiç gülmedim, eğlenmedim ve de beğenmedim. Şimdi de Luca Guadagnino'nun filmi 'Benim Adım Aşk' büyük övgüler alarak gösterimde. Guadagnino için yeni Visconti diyenler bile var. Umarım işi bu dereceye vardıranlar oturup yeniden Visconti filmlerini seyrederler ve de abartılarından vazgeçerler.

Luchino Visconti, De Sica ve Rossellini ile beraber neo-realismo akımının babalarındandır. Dünya film klasiklerinde baş sıraya oturmuş 'Venedikte Ölüm', 'Rocco ve Kardeşleri', 'Leopar' gibi filmlerinden önce 1943 yılında çevirdiği ' Ossessione' (bu film hepimizin bildiği 'Postacı Kapıyı İki Kere Çalar' ın yeniden çevrimidir) bile bugün hala hiç birşey yitirmemiş olarak hayranlıkla izlenebilmektedir ve de 'Benim Adım Aşk' a amiyane deyim ile yüz basar.

Luca Guadagnino bu film ile kötü bir Visconti kopyası yapabilmiştir. Milano'lu büyük bir aile üzerinden anlattığı hikayesi 'Leopar' (büyük oğlun adının Tancredi olması herhalde bu filme bir gönderme), ailenin savaş yıllarında işbirlikçiliği 'Lanetliler' gibi filmleri anımsatsa da , Guadagnino Visconti'nin derinliğine ulaşmaktan çok uzakta. Filme o yılların İtalyan filmleri gibi başlıyor, tanıtım yazıları eski stil, karakterin ismi karşısında bir çizgi ve de canlandıran oyuncunun ismi var. Bir anda on kişi birden ekranda belirince ve de bunları anında kafanıza kazıyamayacağınız için otistik olmadığınıza hayıflanıyorsunuz. Sonunda da 'Fine' yazıyor(he he çok nostaljik).

Aslında kopyacılığa kaçmasa Guadagnino artıları da olan bir yönetmen . Öncelikle senaryo kötü değil.Eksiklikleri olmasına rağmen son Özpetek filmleri gibi iç baymıyor, haydi yeter artık bu anlamsız dialoglar bitsin demiyorsunuz. Anlatımı bazen kıvrak, akıcı. Ama arada sırada bezdiriyor. Çünkü yönetmen stil hastası. Stilden baygın düşüyorsunuz.

Tekstilci Recchi ailesi ile baş başayız filmde. Süper zengin bir aile. Büyükbabanın yaş günü kutlaması vesilesi ile aileyi tanıyoruz. Bu kutlamada büyükbaba varislerini belirliyor. Oğlu Tancredi ve de büyük torunu Edoardo. Kısa bir süre sonra tahmin edebileceğiniz gibi büyükbaba öbür dünyaya gidiyor, günün koşullarında fabrikanın satışı gündeme geliyor ( hintli bir iş adamına satılıyor). Arka planda bunlar olurken Rus asıllı anne Emma(Tilda Swinton) büyük oğlunun arkadaşı Antonio'ya abayı yakıyor. Ama durum bu kadar basit değil. Çünkü büyük oğul Edoardo'da Antonio'ya aşık (bu arada ailenin tek kız çocuğu Betta ise lezbiyen olduğunu annesine açıklıyor). Büyük bir trajik sona doğru ilerliyoruz.

Filmden akılda ne kalıyor? Recchi ailesinin art deco evleri (süper bir ev) ve Emma'nın baş döndüren kıyafetleri (galiba Fendi ve Jill Sander). Bazı eleştirmenler özellikle filmden çıktıktan sonra filmin onları vurduğunu ve de saatlerce etkisinden kurtulamadıklarını yazdılar ama galiba bende kalp yok (kötü ruhluyum, ne yapayım?). Ben dışarıya çıkıp temiz havayı ciğerlerime çekince ohh dedim sadece.

Bu arada Kanyon'da gösterilen kopya çok kötü. Bazı yerlerde çok atlıyor ve de çok çizik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder